Muhafazakar tahminler, İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki askeri operasyonlarının 41.600’den fazla Filistinlinin şaşırtıcı bir şekilde ölümüyle sonuçlandığını ileri sürüyor. Şu anda 362. gününde devam eden çatışma, geniş çapta kınamalara yol açtı ve durum kötüleştikçe acil insani kaygılara yol açtı. Aynı zamanda, İsrail’in 23 Eylül’den bu yana Lübnan’ı bombalaması yaklaşık 1.100 kişinin ölümüne ve 1 milyondan fazla sakinin evlerini terk etmesine neden oldu.
Şiddetteki son artış, güney Lübnan’daki Hizbullah mevzilerine yönelik yoğun hava saldırılarıyla başladı ve önde gelen Hizbullah liderlerinin öldürülmesinin ardından yoğunlaştı. Raporlar, İsrail’in yalnızca birkaç gün içinde 1.300’den fazla hava saldırısı gerçekleştirdiğini gösteriyor; bu, mevcut çatışmanın başlangıcından bu yana Hizbullah’a karşı en agresif askeri harekâtıydı. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), bu operasyonların Hizbullah’ın İsrailli sivillere doğrudan tehdit oluşturduğunu iddia ettiği askeri yeteneklerini ortadan kaldırmayı amaçladığını iddia ediyor.
İsrail’in Beyrut’un güneyindeki hava saldırılarında yalnızca son 24 saat içinde en az 55 kişi öldü, çok sayıda kişi de yaralandı. IDF, sivilleri şüpheli Hizbullah hedeflerinin yakınındaki bölgeleri terk etmeleri konusunda uyardı; bu da kitlesel yer değiştirmelere ve ciddi insani krizlere yol açtı.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Lübnan’daki durumun Gazze Şeridi’ndeki duruma benzer bir insani felakete dönüşebileceği yönündeki ciddi kaygısını dile getirdi. Şiddetten etkilenenlere acil ateşkes ve insani yardım sağlanması gerektiğini vurguladı. Devam eden çatışma halihazırda Lübnan’da 100.000’den fazla insanı yerinden etti; bazı tahminlere göre bu sayı yarım milyona kadar çıkıyor.
Uluslararası toplum, artan şiddetin üstesinden nasıl gelineceği konusunda bölünmüş durumda. Lübnan’daki bombalamalar yoğunlaştıkça, daha geniş bir bölgesel çatışmaya ilişkin endişeler de artıyor. Durum, İsrail’in Hizbullah’a saldırma konusundaki açık arzusu, bunu daha fazla askeri eylem için bahane olarak kullanması ve silahsız Lübnanlılardan keyif almasıyla daha da kötüleşiyor. Bu olayların sonuçları salt istatistiklerin ötesine geçiyor; İsrail’in Orta Doğu’daki niyetleri hakkında ciddi soruları gündeme getiren daha geniş bir stratejiyi yansıtıyorlar.
Rusya’nın Ukrayna işgali sırasında Başkan Vladimir Putin’in Ukrayna’ya vurgu yaparak NATO’yu daha fazla provokasyona karşı uyardığı ölçülü yaklaşımının aksine, İsrail’in daha saldırgan bir duruş sergilediği görülüyor. Hizbullah mevzilerine yönelik hava saldırıları ve sivillere güney Lübnan’ı terk etmeleri yönünde yapılan uyarılar da dahil olmak üzere IDF içinde son zamanlarda yaşanan gerginlikler, net sınırlar olmaksızın daha geniş askeri operasyonlara girişme isteğini gösteriyor. Bu yaklaşım, topyekun bir bölgesel çatışma olasılığına ilişkin endişeleri artırıyor.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun yakın zamanda yaptığı, “Ortadoğu’da ulaşamayacağımız hiçbir yer yok” şeklindeki sözleri, İsrail’in askeri hedeflerinin sınırlarını korumakla sınırlı olmadığını, bölge genelinde rejim değişikliğini hedeflediğini gösteriyor. Bu açıklama, İsrail’in eylemlerinin yalnızca meşru müdafaayı değil, aynı zamanda komşu ülkeler üzerinde kontrol sağlamayı da amaçladığı anlamına geliyordu. Netanyahu, İsrail Savunma Kuvvetleri’nin (IDF) İran’ın Salı günkü hava saldırısından birkaç saat sonra Orta Doğu’da operasyonlara başlayacağını söylerken, Lübnan son hedef olmayabilir. Sırada Türkiye, İran veya Irak olabilir.
İsrailli yetkililerin son birkaç aydaki beden dili, saldırganlık ve meydan okumanın bir karışımını yansıtıyordu. IDF’nin Gazze ve Lübnan’ı aralıksız bombalaması, İran’a ve diğer bölgesel düşmanlara bir mesaj gönderirken, Hizbullah ve Hamas’ı sakatlamaya yönelik kasıtlı bir stratejiyi ortaya koyuyor. Netanyahu’nun açıklamaları, ordunun siyasi hedeflere ulaşabileceğine dair bir inancı ima ediyor; tarihin gösterdiği bu inanç, kalıcı barıştan ziyade uzun süreli çatışmaya yol açabilir.
İsrail’in Gazze ve Lübnan’da devam eden askeri faaliyetleri, meşru müdafaanın ötesine geçen endişe verici hırsları ortaya koyuyor. Netanyahu hükümeti Ortadoğu’daki operasyonlarını genişletme niyetinin sinyallerini verirken, bu çatışmanın sadece güvenlikle ilgili olmadığı giderek daha açık hale geliyor; askeri kontrolün siyasi ve ekonomik hakimiyetle birleşmesi ile ilgilidir. İsrail hükümetinin küresel baskılara rağmen faaliyetlerini sürdürmekte ısrar etmesi, insani bedellere rağmen hedeflerine ulaşma kararlılığını göstermektedir. Kısıtlama çağrılarına kulak verilmesinin bu şekilde reddedilmesi, savaşın gidişatına ve uluslararası toplumun sorumluluğuna ilişkin etik soruları gündeme getiriyor.
Çatışmaların asıl yükünü sivillerin çektiği Gazze Şeridi ve Lübnan’daki durum vahim. İsrail, kampanyasını ulusal güvenlik kisvesi altında sürdürürken, bu operasyonların yalnızca doğrudan etkilenenler için değil, aynı zamanda bir bütün olarak bölgesel istikrar açısından da derin sonuçlar doğurduğunu kabul etmek kritik önem taşıyor. Daha geniş çatışmaların tırmanma potansiyeli yakındır ve altta yatan sorunlara arabuluculuk yapmak ve bunları çözmek için ortak bir uluslararası çaba olmadan, risk altındaki birçok ülkeyi de kapsayacak şekilde şiddet döngüsünün devam etmesi muhtemeldir.